Çağımızın en kötü hastalıklarından birisi kanser. Son zamanlarda o kadar arttı ki… Çevremizde ve yakınlarımız arasında birden fazla kanser hastası ile karşılaşmamız son derece normal olmaya başladı.
Hepimizin başına gelebilir. Kansere yakalanıldığında tabi ki tedavileri de arkasından gelecek. Modern tıp bu konuda son derece iyi durumda. Fakat, önemli olan kanserin önlenmesi için neler yapılmalı?
Özellikle ALTERNATİF TIP alanında internette bir çok tavsiye ve yazı bulabilirsiniz bu konuda. Her denilene, yazılana değil bu konuda bilimselliği kanıtlanmış ciddi kaynaklardan elde edilen bilgilere güvenmelisiniz. Biz de küçük bir araştırma ve derleme yapıp bu konuda ciddi çalışma ve araştırmaları olan doktorlarımızın tavsiyelerini, genel ve geçer önleyici tedavi yöntemlerini aktarmayı düşündük. Elde ettiğimiz bilgilerin büyük bir kısmını en altta kaynak gösterdiğimiz sitelerden bizzat derledik. Ayrıca 12 Mart 2015’de mücadele ettiği kanser hastalığına yenik düşerek kaybettiğimiz Prof. Dr. Ahmet AYDIN (İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı) tavsiyeleri ve yazılarından faydalandık.
Sadece BİLGİ amaçlı olduğunu hatırlatarak, ciddi kaynaklardan elde ettiğimiz verileri sizlerle paylaşalım.
KANSER NEDİR?
Bildiğiniz gibi sağlıklı vücut hücreleri (kas ve sinir hücreleri hariç) bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların (vücut içi ve dışındaki) onarılması amacıyla bu bölünme yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir.
Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri birikerek tümörleri (kitleleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler yada tahrip edebilirler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan yada lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adı verilir. Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılırlar. Farklı tipteki kanserler, farklı hızlarda büyürler, farklı yayılma biçimleri gösterirler ve farklı tedavilere cevap verirler. Bu nedenle kanser hastalarının tedavisinde, var olan kanser türüne göre farklı tedaviler uygulanır.
Sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Kanser hastalığı için iki grup risk faktörü vardır. Kanser için risk faktörleri yaşam şekillerine, yaşa, cinsiyete ve aile öykülerine bağlı olarak değişir. Bir başka risk grubu ise çevresel faktörlerdir. Sigara alkol kullanımı, uzun süre ve tehlikeli saatlerde güneş altında kalma, radyasyona maruz kalma, bazı kimyasal maddeler (katran, benzin, boya maddeleri, asbest v.b.), bazı virüsler, hava kirliliği, kötü beslenme alışkanlığı, doğal olmayan katkı maddeleri ile beslenme vs. gibi etkenler kansorejen olarak bilinir.
KANSERİN ÖNLENMESİ İÇİN DÜNYADA UYGULANAN, TARTIŞILAN PROTOKOLLER NELER?
Kanser ve beslenme arasındaki ilişki 1978 yılına kadar pek bilinmiyordu. Hatta 1978’e kadar ABD’nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi! Örneğin Kanser ve şeker bağlantısı artık bilinen bir gerçektir. Bundan haberdar olanlar, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar.
Bunlardan biri Laetrile’dir.
HEMEN hatırlatalım, Bu yazıda incelediğimiz Laetrile, Cellect-Budwig, Mike Vrentas terapilerinin kanser üzerinde etkili olduğu BİLİMSEL OLARAK KANITLANMAMIŞTIR. Tabi bu yöntemler DETOKS ETKİSİ nedeniyle bir çok insan tarafından kullanılmaktadır. Ama unutmayın TOKSİK YAN ETKİLERİ MEVCUTTUR. Bu tedavi ve terapilerin KESİNLİKLE BİRİNCİL ve TEK TEDAVİ YÖNTEMİ OLARAK KULLANILMAMASI, Doktorunuzun tavsiyesi, kontrolü ve bir Danışman vasıtası ile sadece yardımcı ikincil tedavi yöntemi olarak kullanılmalıdır. Bilmediğiniz ve doktro tavsiyesi olmadan HİÇ BİR ALTERNATİF TIP yöntemi DENENMEMELİDİR.
Alternatif tıppı bilmeden, mahalle aktarcısına danışarak kullanmak son derece tehlikelidir. Örneğin Yüksek dozda alınan C vitamini, B17 vitamini adı altında lanse edilen laetril (amigdalin)’in zehirleyici etkisini artırıyor. Laetril bir siyanür bileşiği ve belli dozların üzerinde ölümcül etkiye sahip. Bu madde en çok kayısı ve şeftali çekirdeğinde bulunmakta. Her yıl onlarca çocuk bu çekirdekleri tüketmeleri yüzünden zehirlenmekte. Yapılan araştırmalar zehirli bir madde olan laetrilin vücuttan atılması için gereken Sistein adlı maddenin, alınan C vitamini tarafından nötralize edildiğini gösteriyor. Bu da laetril için belirtilen güvenli dozların altında dahi zehirlenmeler görülmesine yol açıyor. (Kaynak: Can J Physiol Pharmacol. 1983 Nov;61(11):1426-30. High-dose ascorbic acid decreases detoxification of cyanide derived from amygdalin (laetrile): studies in guinea pigs. www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/6661693 )
Yazımız sadece bilgilendirme amaçlıdır.
Laetrile terapisi:Acı Kayısı Çekirdeği (Amigdalin-Laetrile)
“Laetrile terimi 2 kelimeden (laevorotatory and mandelonitrile) gelmekte olup, amigdalinin saflaştırılmış kimyasal formu olarak tanımlanmaktadır. Amigdalin şeker içeren ve siyanür üreten bir bitki bileşiğidir (siyanojenik glikozit).Amigladin birçok meyvenin çekirdeğinde ve çiğ fındıkta bulunmaktadır. Aynı zamanda kuru fasulye, yonca, sorgum gibi diğer bitkilerde de bulunmaktadır. Genellikle Laetrile ve amygdalinin birbirinin yerine kullanılmaktadır ancak aynı ürün değildirler . Amerika Birleşik Devletleri’ndeki patentli Laetrile’in kimyasal bileşimi Meksika’da üretilen Laetrile / amigdalin’den farklıdır. Meksika’da yapılan Laetrile / amigdalin ezilmiş kayısı çekirdeğinden üretilirken patentli Laetrile, amygdalin’in kısmen sentetik (insan-yapımı) formudur. Bazı insanlar bir vitamin olmamasına rağmen, Laetrile’i vitamin B17 olarak adlandırmaktadırlar.
Amigdalin ilk kez 1830 yılında izole edilmiştir ve Rusya’da bir anti-kanser madde olarak 1845 yılına kadar kullanılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde kanserde tedavi amaçlı olarak kullanılması ilk 1920’lerde olmuştur. Amigdalinin ilk hap formunun çok toksik olduğu bulunmuş ve bu bileşik ile yapılan çalışmalar durdurulmuştur. ABD’de 1950’lerde, amigdalinin toksik olmayan, kısmen sentetik formu yapılmış ve Laetrile adı ile patent alınmıştır.” (1)
Laetrile terapisini savunanalar ve savunmayanların dayandıkları noktalara bakalım.
“Laetrile’in olası etki mekanizması çeşitli şekillerle açıklanmaktadır. Laetrile savunucuları kanser hücrelerinin belirli bir enzimi daha çok içerdiğini ve bunun laetrile molekülünü bölerek içindeki siyanürü ortaya çıkardığını ileri sürmektedirler. Daha sonra kanser hücresinin siyanür zehirlenmesinden yok olması beklenmektedir. Normal hücrelerde bu enzim kanser hücrelerindeki olduğu kadar yoktur. Bunun yerine Laetrile’i zararsız hale getiren bir enzim içermektedirler. Bu nedenle normal hücrelerin etkilenmediği ileri sürülmüştür.
Diğer popüler olan bir teori ise kanserin gerçekten vitamin eksikliği ile ilişkili olduğu ve bu eksik vitaminin ‘vitamin B17’ olduğudur. Laetrile; vitaminin kabul edilen spesifik tanımına uymamaktadır. Bu nedenle sağlık için uygun olduğu kanıtlanmamıştır (3). İki laboratuvar çalışmasında, glukosidaz olarak adlandırılan belirli bir enzim ile birlikte verildiğinde amigladin anti kanser aktivite göstermiştir.Enzimler laboratuvarda üretilen kanser hücrelerini öldüren siyanürün açığa çıkmasını sağlamıştır. Fakat vücuttaki siyanür, sağlıklı hücrelere zarar vermektedir. Bu kanser araştırmalarının ana sorundur. Araştırmacılar, normal hücreler ve kanser hücreleri arasındaki ince farklara yönelik bazı tedaviler geliştirmişlerdir. Bu tedaviler hedefe yönelik tedaviler olarak adlandırılmaktadır. Ancak bunun laetrile ile mümkün olduğuna dair herhangi bir kanıt yoktur. Başka bir çalışmada amigdalinin kanser hücreleri radyasyon daha duyarlı hale getirdiğini ileri sürmektedir. Tümör merkezindeki kanser hücreleri, tümörlerin dışına yakın hücrelere göre daha az oksijene sahiptir. Oksijen eksikliği merkezde olan hücreleri radyoterapiye daha dirençli hale getirmektedir. Bir çalışmada laboratuvar kabında amigdalinin hücrelere daha fazla oksijen alınmasına yol açtığı görülmüştür. Bu araştırma 1978 yılında rapor edilmiştir ve başka herhangi bir çalışma tarafından desteklenmemiştir. 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında Ulusal Kanser Ajansı tarafından iki çalışma yayımlanmıştır. 1982 yılındayapılan ikinci çalışma da Laetrile’in 175 hasta üzerinde kanser tümörlerini küçültüp küçültmediği araştırılmıştır. Bu hastalardan sadece 1 kişide laetrile için belirgin yanıt oluşmuş ve bu da sadece 10 hafta sürmüştür. Çalışmadan yedi ay sonra bütün hastaların kanserleri büyümeye devam etmiştir. Laetrile kullanılarak herhangi bir randomize kontrollü klinik çalışma yapılmamıştır. Cochrane Kütüphanesi 2011 yılında kanser tedavisi Laetrile ile ilgili sistematik bir inceleme yayınlamıştır. Laetrile’nin iddia edilen yararlarının kontrollü klinik denemeler tarafından destelenmediğini belirtmiştir. Ayrıca laetrile veya amigdalinin özellikle oral olarak aldıktan sonra siyanür zehirlenmesi gibi ciddi yan etkillerinin bulunduğunu göstermiştir (2). Laetrile tedavisinin yan etkileri siyanür zehirlenmesinin belirtilerine benzemektedir. Bu belirtiler; Bulantı ve kusma, baş ağrısı, baş dönmesi, karaciğer hasarı, aşırı düşük kan basıncı, sarkık üst göz kapağı, ateş, koma, ölüm, kandaki oksijen eksikliğine bağlı derinin mavi renkte olmasıdır. Laetrile’in yan etkilerinin verilen yola bağlı olduğu görülmektedir. Laetrile’in oral yolla uygulanmasının enjeksiyonla uygulanmasına göre daha ciddi yan etkiler geliştirdiği görülmektedir. Bu yan etkileri çiğ badem veya ezilmiş meyve çekirdeği yemek, kereviz, şeftali, fasulye filizi, havuç gibi meyve ve sebzelerin belirli türlerini tüketmek ve yüksek dozlarda C vitamini alınması ile artabilir. Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından Laetrile kanserde tedavi olarak kabul edilmemiştir. Laetrile kanseri yardımcı olduğuna dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, insanlar bunu sağlığı ve enerji düzeylerini geliştirdiği, detoks özelliği olduğu ve uzun yaşamaya yardımcı olduğuna inandıkları için kullanmaktadırlar (2). Laetrile veya amigdalin kanser ya da diğer herhangi bir hastalığı tedavi edebileceğini iddialarını destekleyecek herhangi bilimsel kanıt yoktur ayrıca kullanımı ciddi yan etkilere neden olabilir.”
Bir çok doğal klinik de kontrollü olarak bu tür terapileri uyguluyor. Amerika Birleşik Devletleri, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)”nın sıvı laetrile (yani B17) kullanan doğal tıp kliniklerine karşı savaş açtığını ve baskı uyguladığını biliyoruz. Elbette ki yine klinik deneyler önemli ama FDA’nın da son derece yozlaştığı iddia ediliyor. İlaç şirketlerinin, tröstlerinin gücü açık. bir çok bu tür kuruluşun bu şirketlerin güdümünde olabileceği ihtimal dahilinde. Yani alternatif tedavi yöntemleri kanser ilaçlarının satışını düşüreceğinden insan hayatına önem vermeyen sadece kar’ını düşünen bir sistemin veya organizasyonların söylemleri ne kadar güvenilir olabilir? Bu da ayrı bir tartışma konusu. (*)
Konumuza dönelim:
Hasta eğer büyük ve pahalı ev protokollerin birini göze alamaz ise daha ucuz olan tedavi protokolleri ile laetrile’i birleştirerek uygulaması öneriliyor. (Örneğin: Cellect-Budwig, Sezyum Klorür veya Foton Protokolü)
Cellect (**) protokolü ABD Ulusal Kanser Araştırma Vakfı başkanı Fred Eichorn tarafından geliştirilmiştir. Budwig ise Dr. Johanna Budwig’in makaleleri ile önem kazanmıştır. Dr. Budwig Kanser ve Kronik Hastalıkların önlenmesi ve kür tedavisi için Organik az yağlı süzme peynir ile birlikte Organik Keten tohumu yağı kullandığını belirtmiş. Bu arada belirtelim; Dr. Budwig’in 7 kez Nobel’e aday gösterilmiş, Avrupa Kanser Araştırma bilimcisi, Biyokimya uzmanı, farmakolog Alman bilim adamı. 2003 yılında 95 yaşında iken vefat etmiş. Katı ve sıvı yağlar konusunda dünyanın önde gelen otoritelerinden biri olarak kabul edilir. En önemli araştırması, ticari işlenmiş katı ve sıvı yağların, hücre zarlarını tahrip ederek vücudumuzun direncini düşürdüğü yönündeki kanıtları ve makaleleridir.
Mike Vrentas alternatif tedavilere bir ömür harcamış ve kendisi de pankreas kanserinden kurtulmuş. Uyguladığı bu doğal tedavilerin temelinde taze sıkılmış sebze meyve suyu, az yağlı süzme peynir, kefir, keten tohumu yağı, yemek arasında alınan Morina Balığı karaciğer yağı gelmekte. Ayrıca günde 45 dakika güneş ışığı almak, kahve lavmanı öneriliyor. Tabi bunların yanında Cellet tozu. )Detaylı bilgi için Mike Vrentas’ın sitesi, http://www.cellectbudwig.com/ adresini inceleyebilirsiniz.
Kahve Lavmanı nedir? Demlenmiş bir kahvenin, anüs yolu ile bağırsaklara verilmesi işlemine verilen ad. Pek akıl kar’ı değil gibi gözüküyor. Detoks etkisi olduğu öne sürülüyor. Karaciğerdeki toksin birikimini attığı, bir tür lavman ile anti toksik etki yarattığı söyleniyor. Kanıtlanmış bir şey yok. Yine bir tür alternatif tıp. Aslında çok da yeni değil, oldukça eski bir yöntem. Aman dikkat! ABD de çok popüler olan Kahve Lavmanı konusunda bu videoyu mutlaka izleyin. http://www.vidivodo.com/video/dr-oz-show-kahve-lavmani/1182958)
TEKRAR HATIRLATIYORUZ. KESİNLİKLE UZMAN KONTROLÜNDE VE DANIŞMANLIĞI İLE BU PROTOKOLLER UYGULANMALIDIR.
Şimdi gelin Prof. Dr. Ahmet AYDIN’ın son derece doğru ve doğal bulduğumuz tavsiyelerine kulak verelim.
“Kanser ile ilgili en önemli buluş, Otto Warburg’un buluşudur.Warburg, 1930’lu yıllarda kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg’a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg’a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz – anaerobik – hücre solunumuyla yer değiştirmesidir. Kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri ise oksijenden kaçınır. “Hiperbarik oksijen terapisi” alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir. Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa… Proteinlerden şeker. Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir. Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) “glükoneogenez” (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Kaşeksialı hastaların yüzde 50’den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir. Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil. Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine “Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır.“ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.”
Evet, şimdi hocamızın tavsiyelerine bakalım.
“Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
* Bol taze sebze ve meyve yiyin.
* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın.
Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın.
Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!!).
* Stresten uzak durun.
* İyi uyuyun.
* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
* Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
* Asla alkol kullanmayın.
* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
https://twitter.com/tasdevridiyeti
Gelelim özete: Bütün bunlardan çıkarımım şöyle: Öncelikle doğal, dengeli, düzenli ve doğru besleneceğiz. Aşırı yemek can boğazdan gelir atasözünün tam aksine canı boğazdan da çıkartır. Hayatımızdan Şeker, Tuz ve Beyaz Un’u çıkartacağız. Baklava, börek, pasta gibi ürünleri tüketmeyi bırakıyoruz. Tam buğday ekmeği yiyoruz. Beyaz ekmeği evimize sokmuyoruz. Sebze ve meyve ağırlıklı beslenmeyi tercih edeceğiz. İşlenmiş ürünlerden, yapay ürünlerden, sodalı içeceklerden uzak duracağız. Alkol ve sigara kesinlikle yok. (Yazarın istisnai notu: Belki alkol düzeyi düşük bir bardak şarap o kadar kötü değildir) Keten tohumu, doğal zeytinyağı, az yağlı doğal süzme peynir, yoğurt, balık, balık yağı, soğan ve sarımsak soframızdan eksik edilmeyecek ürünler. Aşırı protein yüklemek de doğru değil.
Hepinize Sağlıklı, kaliteli bir hayat diliyorum.
K.E.
Dip Not:
(*) Aids üzerine yapılmış akademi ödüllü Dallas Buyers Club filmini izlemeyenler izlemeliler bence. Film gerçek bir hikayeye dayanıyor. İlaç şirketlerinin aslında ürettikleri ilaçlarının insanları öldürdüğünden tutun yozlaşmış, parasallaşmış sağlık piyasasına kadar bir çok eleştiriyi barındıran ve alternatif tıp üzerine yapılmış cesur ve güzel bir film.
(**) Cellect protokolü ABD Ulusal Kanser Araştırma Vakfı başkanı Fred Eichorn tarafından geliştirilmiştir. Bir tür vucuttan toksinleri atmaya yardımcı olan toz halinde satılan bir üründür. Anlık değil ama haftalar sonrasında görülen olumlu bir etkisi olduğu iddia ediliyor.
—————————————
Kaynaklar
- http://www.cancer.gov/cancertopics/pdq/cam/laetrile/patient/page2
- http://www.cancerresearchuk.org/cancer-help/about-cancer/treatment/complementaryalternative/therapies/laetrile
- http://www.cancer.org/treatment/treatmentsandsideeffects/complementaryandalternativeme dicine/pharmacologicalandbiologicaltreatment/laetrile
- http://www.cancertutor.com/laetrile/
- http://www.cellectbudwig.com