
Radyo1959 Özgür düşüncenin yeşerdiği, din, dil, ırk ayrımı gözetmeden herkesi kucaklayan, yolu sevgiden, barıştan dostluktan geçen bir radyo olarak nam saldı…
Bildiğiniz gibi, Radyo1959’da Kürtçe şarkıları severek paylaşıyor ve çalıyor DJ lerimiz. Türkçe, Rumca, Ermenice, Çerkezce, Yunanca, Rusça, Lazca, İngilizce, Fransızca hiç fark etmiyor. Hiç ayrım gözetmeden özgürce çalıp dinliyoruz…
Ülkemizin doğusunda, Kürtlerin yaşadığı dram, zulüm, kan, ölüm, gözyaşı ve doğuda kanayan yara bizim de derdimiz, utancımız oldu. Kurulduğumuz günden itibaren, koşulsuz, elimizden geldiğince Kürtler ve Türkler arasında dostluk ve kardeşlik köprülerinin yıkılmaması için çabaladık, kökten dinciliğe, ırkçılığa, etnik ayrımcılığa karşı çıktık. Çünkü bu günü biz beş yıl öncesinden gördük… Ve böyle giderse emin olun beş yıl sonrasında olacaklar, bu günlerimizi mumla aratacak düzeyde olacak. Tahmin etmek zor değil… Bakın çok yakın geçmişte dünün Yugoslavya’sında yaşananlar, bugünün Orta Doğusundaki kan gölü…
Tehlikenin her zaman farkındaydık. Milliyetçilik gibi, dönemi geçmiş, ulusal kurtuluş mücadelelerindeki rolü ile sömürgeciliğe, esarete, işgale karşı misyonunu tamamlamış, ama bugün için ülkeleri, halkları birbirine düşürmekten, ülkeleri parçalamaktan, soykırımlar yaratarak, savaş çıkartmaktan başka bir işe yaramayan ideolojilere, kökten dinciliğe, etnik düşmanlığa, ırkçılık gibi insanlık suçlarına hep karşı çıktık.
Yükselen aşırı Milliyetçilik ile ulusal, (milli) duygular birbirine karıştırılır genellikle. Milliyetçilik ideolojisine karşıyız derken ulusların ulusal kimliklerine ve duygularına da karşıymışız gibi algılanırız. İkisi tamamen farklı şeydir. Herkesin ulusal duyguları ve değerleri olabilir. Bayrağınızı, renklerinizi, milli takımınızı, şehrinizi, marşınızı, ulusal liderinizi seversiniz, desteklersiniz, gurur duyarsınız, toprağınızı, ülkenizi de seversiniz. Asla karşı çıkmayız. Saygı duyarız. Karşı çıkanları ise doğru bulmayız. Ama kendi ırkınızı sevmeye, yüceltmeye ve başka ırkları aşağılamaya, hor görmeye başladınız mı o ince çizgiyi aşmışsınız demektir. İşte orada dur deriz
Maalesef genetiğimize işlenmiş ırkçılık ve milliyetçilik. Yok edemiyoruz. Bu ideoloji, hem Türklerde hem de Kürtlerde taban buluyor. Etki tepkiyi doğuruyor. Yükselen milliyetçilik karşısında yükselen başka bir milliyetçiliği bulur. Fransız Devrimi ile dünyaya yayılan Milliyetçilik, öfke, kin, nefret ile beslenip büyüyen, devlete egemen güçlerin, silah tacirlerinin, savaş kışkırtıcılarının desteklediği, teşvik ettiği ve halkları karşı karşıya getiren, toplumları yok oluşa sürükleyen bir ırkçılık haline dönüşmeye başladı.
Radyomuzda, Kürtçe, Ermenice, Rumca, Lazca şarkılar türküler çalarken zaman zaman eleştirildik. Zaman zaman övüldük. Radyoda DJ Kürtçe türküler çalarken önyargılı dinleyiciler radyoyu kapattılar. Hatta “Arabesk çalmayız diyorsunuz ama şakır şakır Kürtçe çalıyorsunuz?”, “Kürtler haindir. Düşmandır. 30 bin şehit verdik. Onlara saygı duyun. Siz bölücüsünüz… PKK propagandası yapıyorsunuz” vesaire… Vesaire…O bilindik şablonlarla cevap aldık. İşin ilginç tarafı, çaldığımız, Rum şarkıları, Ermeni Şarkıları üzerine programlar yaptığımız halde “Hiç çalmıyorsunuz” diye eleştirilerde aldık. İki tarafa da yaranamadık.
Kürtçe çalmayın diyene; “peki, ne çalalım?” Diye sorduk… İngilizce şarkıları, Fransızca şarkıları, İtalyanca mesela Adamo, Sting, Al Bano, Romina Power çalalım mı? Hoşunuza gider mi?
“Tabi kardeşim işte onları çalın zevkle dinleriz” dediler…
Be kardeşim! Bu şarkıları severek dinliyorsun, iyi güzel de, laf Kürde, Kürtçeye gelince tüylerin diken diken oluyor. Kürt eşittir PKK gibi bir garip aklı selim hiç kimsenin peşine düşmediği bir algının esiri olmuşsun. PKK’ya karşı isen sadece PKK’ya karşı ol… Protesto et. Haklı tepkini koy. Ama Kürtlerle ne alıp veremediğin var? Öyle korkunç bir “Kürtfobi” içindesin ki, PKK daha ortada yokken Kürtlerin, Alevi Türkmenlerinin, Anadolu’daki bin yıllık renkleri olan, hatta Osmanlı tuğralarında, sancaklarında birlikte kullanılan sarı kırmızı yeşili gördüğün yerde “PKK” bayrağı diyorsun. Tüylerin diken diken oluyor yine… Hatta PKK’yı lanetliyorum derken, bulduğun sarı kırmızı yeşil renkli Kamerun bayrağını alıp, PKK bayrağı diye yakıyorsun. Sen renklere düşman, türkülere düşman, dillere düşman, dinlere düşman, kültürlere düşman, yemekle, giysilere bile düşmansın. Ne olacak senin bu düşman halin?
Yahu birazcık düşün, Senin o düz mantığınla, ırkçı, öğretilmiş ideolojinle yayın yapsak, hiçbir şarkıyı çalmamamız gerekir.
Peki, bir de senin dilinde anlatalım. Bilirsin, İngilizler, Fransızlar İtalyanlar zamanında ülkeni işgal ettiler, bayraklarını valilik ve hükümet binalarına astılar, Güneyde Fransızlar, güney doğuda İtalyanlar olmak üzere ülkeni pay pay edip paylaştılar. Adana’da Fransızlar cadde orasında muhtarlarını süngüyle delik deşik ettiler, köylerden ekmeğini. Hayvanlarını, kızlarını aldılar, İngilizler Çanakkale’de resmi rakamlara göre 90 bin, gayri resmi rakamlara göre 150 bin askerimizi öldürdüler. İşgal kuvvetleri, köylerde hamile kadınlarımızın karınlarını deştiler, çocuklarımızı süngülerine taktılar, kızlarımıza kadınlarımıza acımadan tecavüz ettiler. Türk Kürt demeden, ayırt etmeden hepimizi esir etmek için geldiler. Birinci dünya savaşında onlarla savaşırken 600 bin Türk, Kürt, gayrimüslim fark etmeksizin binlerce insanımız öldü…
Sen ise bu ülkelerin şarkılarını severek dinleyebiliyorsun. Hayret! Hiç de şikayetçi değilsin. Nasıl olur? Ne yaman çelişkidir ki bin yıldır birlikte yaşadığın, kız verip aldığın, aynı yemeklerden yediğin, aynı türküleri dinlediğin, aynı davul zurnayla halay çektiğin, geçmişte birlikte vatanı, yaşadığın toprakları omuz omuza verip savunduğun, iki ulus olarak hiç harb etmediğin Kürt’lere karşı bu nefret, öfke ve kin?
Peki, binlerce polisine, askerine, Kürt gençlerine gözyaşı ve ölüm getiren, çaresiz, edilgen, sonuçsuz 30 yıllık savaşta her iki taraftan Türk ve Kürt olarak kaybedilen 30 bin kişi için haklı olarak saygı duruşunda bulunurken, Bu içinde yaşadığın savaşta NİÇİN, NEDEN, NİYE ölüyoruz, birbirimizi öldürüyoruz diye sormuyor aksine, savaşı destekliyor, sürmesini istiyor, ölümü ve öldürmeyi haklı bulup, kutsuyorsun.(*)
Neden ölümü kutsuyorsun, neden ölmeyi ve öldürmeyi haklı görüyorsun. Neden dur diyemiyorsun.
Neden sen sadece, içinde kin, öfke ve nefret biriktiriyorsun, hepimizin geleceğine kötülük tohumları ekiyorsun? Aslında kendin de ne yaptığını bilmiyorsun. Cinnet içinde, sana yıllarca enjekte edilenlerle, sana empoze edileni, yap denileni yapıyor, koyun gibi sürükleniyorsun. Her fırsatta senin önüne sürdükleri ayrıştırıcı, ötekileştirici, çağ dışı ve acımasız bir ideolojinin kuyruğuna takılıyorsun. Hepimizi yok, ediyor ve kendin de yok oluyorsun.
Halbuki birazcık düşünsen, NEDEN bu savaş diye sorarsın. Sebep sonuç ilişkisini kurabilirsin. Sonuçları ortadan kaldıramazsın. Ama sebepleri rahatlıkla ortadan kaldırabilirsin. Bu savaşı sadece NEDEN NİÇİN NİYE soruları ile de bitirebilirsin.
Düşün,
Hangimiz ırkımızı, yöremizi, derimizin rengini, etnik kökenimizi seçerek doğuyoruz? Hasbelkader Hakkari’de doğmuşsun, sana Kürt diyorlar, kendini Kürt olarak görüyorsun… Anadan Kürtçe öğrenmişsin, Kürtçe konuşuyorsun, Elbette ki bu senin en doğal hakkın… Kim niye karşı çıkabilir ki?
Düşün,
Bir dili yasaklıyorsun, Türkülerini yasaklıyorsun, Kürtçe konuştu diye sokaktaki insanı sorgusuz sualsiz linç ediyorsun. Düşün Almanya’dasın ve kendi soydaşlarına bu yapılıyor, yapıldı da. Ne hisseredin?
Düşün,
Doğuda yaşıyorsun, devlet bir SMS ile Türkleri batıya çağırıyor, Kürt isen irkileceksin. Dehşete düşeceksin. Demek ki daha fazla kan, ölüm, acı seni bekliyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek yaşam hakkını savunmaktan başka çaren yok.
Düşün,
Günlerce şehrinin abluka altına alındığını, hiç kimsenin giremediğini ve çıkamadığını, senin güvenliğini sağlayacak olan devletin polisinin, özel timinin evinin duvarlarına kırmızı kan renginde “Türk’sen Hürsün, Kürt’sen ölüsün” yazıları yazıldığını düşün. Günlerce sokağa çıkamadığını, korkudan donup kaldığını, ekmek, su bulamadığını, iş yapamadığını, kuru soğanı, yemeğini pişireceğin ocağı yakacak gazı, odunu bulamadığını, kurşun veya roket gelir korkusu ile günlerce eşin, anan baban, çocuklarınla nemli buz gibi banyoda yatıp kalktığını düşün…Düşün vergisini verdiğin nüfus cüzdanını taşıdığın, ordusuna asker olarak oğlunu gönderdiğin devletin seni bombalıyor…
Düşün,
Sokaktaki gördüğün bir kedi ölüsüne tekme vurabilir misin? Arabasının arkasına bir kedi veya köpek ölüsünü kuyruğundan bağlayıp gezdireni görsen belki isyan edip çılgına dönersin. Karşı çıkar belki de yapanı yakalayıp cezasını vermek istersin. Ama gördün, öldürdükleri genç insan bedenini boynundan bir urganla özel tim araçlarının arkasına bağlayıp, yüzünün tüm derisi soyulana, burnu kulakları, dudakları kopana kadar yerlerde sürükleyenleri, bunu yaparken kahkahalar atanları, ölü genç kız bedenleri profillerinde paylaşarak, iğrenç sözlerle ölüsüne tecavüz edenleri, aslında tedavi edilmesi gereken o mahlukları gördün?
Peki sen Batıda doğmuş biri olarak ne yaptın? Hak ettiler dedin. Oh olmuş dedin. Videolarını zevkle, keyifle paylaşırken, hemen bu paylaşımın üstüne de bir kediyle tekme atan adamın videosunu koyup ağzına geleni söyledin, isyan ettin. Bunlar insan değil dedin. Bir önceki yorumun altına iğrenç sözleri yazanlar, bu paylaşımın altında da belirip seni desteklediler.
Düşün,
Bir kızın, torunun, kız kardeşin, kız yeğenin, eşin, sevgilin, yavuklun vardır mutlaka…
Kız kardeşinin, yeğeninin, yavuklunun, eşinin ölü bedeninin çırılçıplak cadde ortasına atıp teşhir edildiğini, tekmelendiğini, külotunun indirildiğini, belki şehvetli hiçbir göz, yavuklu eli bile değmemiş, özenle saklanan göğüslerinin iğrenç, ağzından salyalar akan mahluklarca sergilendiğini, hoyratça dipçiklendiğini gördün? Onun farkı neydi? Suçu neydi? Anne olma umudu, paylaşamadığı düşleri, tatmadığı sevinçleri yok muydu?
Düşün, bir anasın veya bir babasın veya bir kardeşin var.
Öpmeye kıyamadığın 8 yaşındaki kız çocuğunun terörist diye vurulup, cenazesini gömmene bile izin vermeyip, derin dondurucuda, buzlar arasında, naylonlara sarılarak poşetlenmiş bir şekilde aynı evde iki üç gün ve belki de bir hafta saklamak zorunda kaldığını düşün, anne ve babayı, onların yaşadığı ve bizim asla tahmin bile edemeyeceğimiz o acının binde birini hissetmeye çalış,
Veya bedeni roketatarla parçalanmış 5 yaşındaki kızının parçalarını ağaçlardan topladığını, kimin yaptığını hiçbir zaman öğrenemediğini…
Roboski’de kadın, çoluk çocuk demeden kendi ülkenin uçakları tarafından bombalandığını, yöre halkının kaybettiği çocukları için yükselen feryadını, sessiz, çaresiz çektiği acısını düşün.
Veya çocuğunun ölüsünü, sırtına sararak karda kışta tipide onlarca km öteye taşımak zorunda kaldığını düşün…
Düşün,
Cumartesi annelerini,
Yıllarca kayıp oğlunun, kızının akıbetini soran, arayan, bıkmayan, usanmayan, yorulmayan, vazgeçmeyen o ana yüreklerini düşün. Oğlumun kızımın kemiklerini ver diyen bir ananın acısını düşün. Onların senin annenden ne farkları var. Ana her dilde dinde ırkta anadır. Aynısını senin annen de yapmaz mıydı?
Önceden koşup oynadığı sokaklarda şimdi kim vurduya giden, kolu, bacağı kopan çocukları düşün,
Düşün,
Bütün bunları yaşadığında, sana yaşatıldığında ne yapardın? Kime gider derdini anlatırdın? Kimden yardım isterdin?
Bir de şöyle düşün,
Bütün bunlar aynı ülkenin Doğusunda yaşanırken, yine aynı nüfus cüzdanına sahip aynı ülkenin Batısındaki bizlerin, çocuklarını sömestr tatilinde nereye göndereceklerini planlıyorlar, karne hediyesi olarak ne alacaklarını, yaklaşan doğum günleri için çikolatalı mı, frambuazlı mı pasta mı yapacaklarını, yazın nerede hangi deniz kıyısında tatil yapacaklarını, akşam ne pişireceklerini düşünüyorlar. Umurlarında değilsin… Hatta iyi olmuş diyorlar. Görmüyorlar duymuyorlar. Ne hissederdin? Yalnızlık mı? Çaresizlik mi? İhanet mi? Öfke mi? Kin mi? Nefret mi?
Düşünemedin mi? Peki, en azından anlamaya çalış.
Eğer anlayamıyorsan vay senin haline… Aslında bu sorun tamamen senin sorunun. İnsanlıktan çıkmak insanlık dışı bir mahluk olmak sadece ve sadece senin sorunun.
Aslında sen de haklısın. Yıllarca hamurun, ırkçılık mayası ile yoğruldu, bu maya devlet, okul, aile, din eliyle desteklendi ve senin gibi ürünler verdi.
Eğer anlarsan, bunlardan üzüntü, öfke ve utanç duyarsan bir insan olduğunu hissedeceksin, eğer anlarsan vicdan ve akıl sahibi olduğunu hissedeceksin, eğer anlarsan bir baba, anne, dede, nine, kardeş, eş, dayı amca, hala, teyze olduğunu hissedeceksin.
Eğer anlarsan kurtulacaksın. Bu dünyada bir yerinin, bir anlamının olduğunu hissedeceksin. Yeniden doğacaksın. Düşmanların yerine sevenlerin dostların olacak, nefret yerine sevgi, dolacak, kinden, öfkeden sıyrılarak saygı duyulan bir birey olacaksın. Her yerinden kan akan, ölüm kokan, barut kokan bir cehennem yerine sokaklarında barış türküleri söylenen, silah sesleri yerine çocukların şen çığlıkları yankılanan bir vatanın olacak,
Eğer anlarsan, Bütün bu olan bitenlere rağmen, Yüksekova’da bir özel tim polisinin halkı yere yatırıp kafalarına otomatik silahları dayayıp, dürtüp, çiğneyerek, onlarca küfür ve hakaret arasında “Ne yaptı lan size bu devlet” sorusuna “İşte tam da bu senin yaptığını yaptı” diye cesaretle cevap vereceksin… Karşı çıkacaksın… Direneceksin…
Eğer hala anlamadıysan devletin işlevini, devlet terörünü, elinde baston jandarmanın polisin karşısına çıkıp “…devlet kim ki devlet benim, devlet benim için var… ” diyen o muhteşem Karadenizli teyzemi dinle o anlatsın sana onca bilgeliğiyle, kirlenmemiş tertemiz bilinciyle.
Eğer bir kez anlarsan, artık çözümü bileceksin, barışa ve umuda sıkı sıkı sarınacaksın.
Sen mutlu olduğun gibi herkesi de mutlu edeceksin…
Bizi bölücülükle yargılayıp, yaftalayıp Kürtçe çalma diyen kardeşim…
Asıl bölücü sensin kardeşim… Ülkeyi Kürt ve Türk olarak ikiye ayıran da sensin. Sınırları çizen sensin. Kansız Hakkari diye yazılar paylaşan, ötekileştiren, ayıran sensin. Dostluk köprülerini bir daha kurulamayacak şekilde yıkan sensin. Doğudaki savaştan, işsizlikten, zulümden kaçıp Batı’ya sığınan, bir umut belki orada bana Türk gibi davranırlar düşü ile gelen Kürdü sadece Kürtçe konuştuğu için bıçaklayan, linç eden de sensin.
Maalesef sen ne ekersen onu biçecek olan da hepimiz olacağız.
Gelelim “BİZ”e…
Bilgisayar ekranlarımızın başında facebook hesaplarımızdan Şırnak, Cizre, Silopi, Lice, Silvan, Sur’dan haber almaya, ne olup ne bittiğini takip etmeye çalışıyoruz. Bize benzeyen takipçilerimizle aldığımız haberleri paylaşıyoruz. Yaşatılan, yaşanan zulmü tahmin bile edemiyoruz. Çünkü hemen hepimiz Batı’da doğmuş büyümüş olanlarız.
Evet, utanç, öfke ve çaresizlik içinde olanı biteni seyrediyoruz. Öfkemizi, utancımızı tıpkı bize benzeyen bizim gibi düşünenlerle paylaşmaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. Aslında biz kendimiz çalıp biz oynuyoruz.
Evet… Biz de utanıyoruz… Biz de öfkeliyiz. Olan bitene anlam veremiyoruz. Nasıl böyle bir şey olur diyor, şaşırıyor, şok oluyor ama çare de bulamıyoruz… Orada çekilen zulmü acıyı düşünemiyoruz bile. Çırpınıp duruyoruz işte…
Ama senden farklı olarak İNSAN olduğumuz için biz bunları hissediyoruz.
Asıl birleştirici biziz. Öylesine birleştiriciyiz ki, herkesin kimliklerine, kültürlerine, dillerine, vatandaşlık haklarına saygı duyuyoruz. Bizim bizden farklı coğrafyada yaşayan, farklı ırktan olanlarla hiçbir sorunumuz sıkıntımız yok. Birlikte yaşamak istiyoruz. Huzur içinde, barış içinde, kardeşçe, dostça, eşit ve özgür olarak… Bize bıraksalar dünyayı sınırları ortadan kaldırırız. Savaşları sona erdiririz ve bize bıraksalar dünyada tek bir ırk kalırdı, adına da sadece İNSAN derdik…
Biz ne istiyoruz?
Ortak düğünlerimiz olsun istiyoruz, ortak çocuklarımız, ortak sevinçlerimiz, İzmirli genç kızın umarsızca. korkusuzca Diyarbakır’da bir Kürt genci ile halay çekmesini istiyoruz kol kola, omuz omuza…
Sadece Kürtlerle mi? Hayır herkesle…
İstanbul’da Solomon’un dükkanından alışveriş yaparken, yoldan geçen Eleni ile şakalaşmak, Mardin’de paskalya yumurtalarını Müslüman komşularına dağıtan, Ramazan’da Müslüman komşusuna iftar yemeği veren Süryani Aho Dayı ile birlikte olmak istiyoruz. Ahparik ile Gasparian’ın muhteşem düdüğünü dinleyerek mest olmak, Kemençeyle, tulumla Karadeniz gibi coşmak, kartal kanadı sipsi ile teke yöresini oynamak ve hepimiz davul zurna ile halay çekmek istiyoruz, kardeşçesine, sevgiyle, mutlulukla…
Camilerimiz, cem evlerimiz, kiliselerimiz, sinagoglarımız yan yana yükselsin istiyoruz. Hiçbir dini inanç merkezinin kapılarına kilit vurulmasın istiyoruz. Gerçek bir din, dil, fikir ve vicdan hürriyeti olsun istiyoruz.
Biz ana dilimizle nasıl konuşabiliyorsak herkes ana dilinde rahatlıkla, kınanmadan, yargılanmadan, ayıplanmadan konuşsun istiyoruz. Kürtçe Rumca, Ermenice, Yahudice, Çerkezce, Lazca aynı kahvede, aynı köyde aynı kentte özgürce konuşulabilsin, birimiz diğerine “nasılsın heval” diye seslensin, diğerimiz ona “iyiyim yaren” diyebilsin istiyoruz.
Gacısıyla, barosuyla, şoparıyla bir arada özgürce yaşamak, gülmek, eğlenmek istiyoruz…
Ne farkımız var birbirimizden?
Bak! Birimiz çocuğuna Adam ismini koymuş diğerimiz Adem, birimiz David olmuş, diğerimiz Davut, birimiz Yosef diğerimiz Yusuf, birimiz Solomon diğerimiz Süleyman, birimiz Elias diğerimiz İlyas olmuş…
Bir olmak, aynı topraklarda bir bütün olmak, farklılıklarımızı, bölücü unsur olarak değil de en önemli zenginliğimiz olarak görmek, Adana’nın kebabını, Arnavut’un böreğini, Antep’in baklavasını, İzmirli Sefarad Avram ustanın boyozunu, İstanbul’un muhallebisini, Ankara’nın armudunu, Bitlis’in Büryan Kebabını, Karadeniz’in hamsi pilavını, Diyarbakır’ın burmalı kadayıfını, Urfa’nın isotunu, Van’ın otlu peynirini, Aydın’ın incirini, Gemlik’in zeytinini, Kars’ın kaşarını, Hakkari’nin ışkınını, Rumların fasulakisini, Süryanilerin cevizli sucuğunu, Ermenilerin favasını aynı sofrada görmek ve birlikte yemek, Kapadokya şarabını, Tekirdağ boğma rakısını kadehlere doldurup şerefe, cana, sağlığa kaldırmak istiyoruz.
Ve bu toprağın üstünde olduğu gibi altında da birlikte olmak istiyoruz.
Şimdi elini vicdanına koy… Kötü mü bu istediklerimiz…
Ve buraya kadar okumaya dayanabildiysen, tekrar soruyorum kim bölücü? Kim vatan haini? Kim insan?
Bu cevabı verirken düşünme, İnsan yönünle, yüreğinle, vicdanınla cevap ver…
Bu radyoda bütün dillere ait şarkılar, türküler, var olduğumuz sürece, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar özgürce çalınacak ve söylenecek…
Burası bizim özgür dünyamız… Düşlerimiz, umutlarımız, beklentilerimiz, özlemlerimiz burada can buluyor, dalga dalga yayılıyor umut, barış, sevgi kardeşlik türküleriyle tüm dünyaya…
Ve yolu buradan geçen herkes İnsan olmanın gururunu, o hiçbir şeye değişmeyeceği muhteşem duygusunu, onurunu tadıyor ve tadacak.
Sen ise giderek yalnızlaşıyorsun, tükeniyorsun, tüketiliyorsun, unutuluyorsun.
Onuru kalmamış, varlığının hiç bir anlamı olmayan, duyarsız, vicdansız, zalim, zararlı biri olarak kalıyorsun. Birazcık vicdanın varsa… Birazcık, ufacık, minnacık… Kendi çocuğuna, eşine, anana, babana, kardeşine sarılırken, aklına gelecek başını çevirdiğin, görmezden geldiğin ölüm, dehşet, zulüm. Başını yastığa koyduğunda uyuyamayacaksın belki, belki gördüğün rüyaların seni yargılayacak kimseye söyleyemeyeceksin.
Birazcık ürkmelisin… Çünkü vicdan en büyük yargıçtır… Merhameti yoktur. Verdiği ceza, sen ölünce bitmez. Öldükten sonra da seni yargılamaya devam eder…
Ama unutma hiçbir şey için geç değil.
Sadece birazcık düşün…
“…
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!
İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın…”
Didem Madak
(*)DipNot: Radyo1959 hiçbir ölümü kutsamaz, haklı görmez. gençler, yaşlılar, kadınlar, çocuklar, asker, polis, öğretmen kim olursa olsun, görevi, dini, dili, dini ırkı ne olursa olsun herkesin, her CANLI’nın yaşam hakkı vardır. Öldürmeye ise; ister devletten gelsin isterse bireylerden, sebebi, ideolojisi, amacı , örgütü, kurumu ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin karşıdır. Öldürme ve Ölme bir görev olamaz! Radyo1959, eğer bir kesimin ölümüne sessiz kalıp, görmezden gelip, diğer bir kesimin ölümüne karşı çıkarsa, Radyo1959 olmaz, olamaz.
Çünkü onu Radyo1959 yapan sıkı sıkıya bağlı insan sevgisidir, savunduğu insan haklarıdır, barışa olan vazgeçemediği tutkusudur, savaşlara ve ölümlere karşı ilkeli, yürekli duruşudur.