
Yorgun argın işten ayrılıyorum, gücüm azalmış, stresli bir gün daha bitti gibi geliyor ama akşam ve gece çok şey sizi karşılayabilir bu ülkede. Aracıma binip kontağı çeviriyorum. Arabanın motorunun sesi bile yorgun geliyor. Eve doğru yol alıyorum. Trafik rezalet bir durumda. Adım adım ilerliyor. Sıkılıyorum. Elimi radyoya uzatıyorum. Bir istasyon buluyorum. Reklam var. Diğerine geçiyorum reklam var bir diğerinde yine reklam var. Bir diğerinde bangır bangır arabesk, ötekisinde dini içerikli bir yayın. Bu dünyayı umursamayıp, hep kendilerinin yarattığı, düşlediği öteki dünyadan, ölümden bahseden din içerikli yayın yapan radyolar.Hangi dinden olursa olsun aynılar, hiç fark etmiyor. Hep ölümden sonrası asıl işlenen konu. Üstelik “ne kadar da çok arttı bu tür radyolar” diye düşünmeden edemiyorum. Frekanslarının yayın gücü de fazla, neredeyse diğer radyoları bastırıyorlar.
Kapatıyorum radyoyu. Hiç de öyle reklam, nasihat, öteki dünya işlerini dinleyemem doğrusu. Ayrıca müziği de sözleri gibi ağlayan, sızlayan arabesk ile de azıcık var olan keyfimi de bozamam. Tek istediğim reklam kirliliği, DJ şaklabanlığı olmayan sadece müzik dinleyeceğim bir radyo.
Cep telefonuma uzanıyorum. Tunein’i, açıyorum. Radyom orada. Bütün kaliteli internet radyoları orada. Reklam yok, kaliteli müzik var çoğunda.
Açıyorum Radyo1959’u. Otodj listesi değişmiş. Akşam üzeri hafif bir enstrümantal liste koymuş yönetim. Sağ olsunlar. Kaliteli parçalardan özenle seçilmiş bir liste. Yolar akıp giderken, trafikte beklerken, kalabalığı izlerken keyif alıyorsunuz.
Eğer saat 22:00 de arabada canlı yayını da yakalamışsam değmesin kimse keyfime. Tatlı mı tatlı bir kadın sesi sizi karşılar. Kararlı bir ses tonu ama olabildiğince yumuşak. Bilgili, bilinçli, saygılı. Sizi alıp götürür. Çok konuşmaz. Her zaman sizi müzikle baş başa bırakır.
Artık trafik umurumda değil. Uzasın yollar. Melodilerin sihirli notalarına kendimi kaptırıyorum. Kendimleyim. Radyom ve ben.
Eve gelmişim bile. Ne çabuk. Hâlbuki gerçek zamanda iki saat geçmiş. Ama radyomla değerlendirdiğim, doldurduğum iki saat boşa geçmiş bir zaman olarak kabul etmiyorum. Ruhum dinlendi. Düşündüm. Daldım düşlere…
Evet, eve geldim. Asansörü kullanmayacağım. Merdivenleri ağır ağır çıkarken, takıldığım güzel bir melodi var belleğimde ve ıslığımda…
Evde de yalnız değilim. Yine radyom var. Hemen ayaküstü bir şeyler atıştırıyorum. Bu arada cep telefonumdan açıyorum radyomu. Ne kadar güzel bir şey şu cepten radyo dinlemek diye düşünüyorum. Biliyorum radyom cebimden de bana ulaşabiliyor. Yeter ki internet olsun. Kutuplarda bile dinletiyor kendini.
Bir de eski radyo günleri vardı. Eskiye tekrar dönüş yaparak yalnızlığınızı gideren radyonun geçmişini düşünüyorsunuz. Radyolar bizi düne, çocukluğumuza götürüyor. Özenle, bir mobilya gibi işlenmiş, üzerine dantelli örtüler serilmiş ahşap radyoları ne kadar da güzellerdi. Biz içinde küçük insanlar var diye düşünürdük. Ne günlerdi o günler.
Neden Radyo?
Radyo, Romandan uyarlanmış bir filmi seyretmek yerine asıl kitabını okumak gibidir. Orijinalidir müziğin. Dikkat edin TV de, Youtube’da klip haline getirilmiş bir müzik izlerken sizi sadece görüntülere odaklar. Aslında siz müziği duymazsınız. Sözleri anlamazsınız.
Radyo, hayal gücünüzü çalıştırır. Düşünmenizi sağlar. TV izlediğinizde bunu yapamazsınız çünkü her şey size hazır olarak sunulmuştur. Bir başkasının hayali ortaya ne koymuş ise onu izlersiniz. Tembel işidir. Sizin düş gücünüze ambargo konulmuştur. Ayrıca sunulanı almak zorundasınızdır. Siz sadece izlersiniz.
Örneğin; bir zamanlar ailece keyifle dinlediğiniz arkası yarınları, mikrofondan, tiyatroları düşünün. Siz sadece sesi duyarsınız. Geri kalanı hayal gücünüz üstlenir. Sahneyi, dekoru o kurar. Oyuncuları o seçer. İnsan sesini alırsınız ama yüzlerini bedenlerini, elbiselerini hayal gücünüz çizer.
Hele o ses efektleri; kapı gıcırtıları, rüzgâr sesi, ayak sesi, su sesi efektleri. Hepsi o kadar güzeldir ki. Sesleri dinlerken siz istediğiniz dünyada olabilirsiniz. Gözünüzde canlandırırsınız. O ortamın içine sürüklenirsiniz. Kendi hayal gücünüzün yarattığı dünyanın içinde hissedersiniz kendinizi.

Her radyonun bir kişiliği vardır. Bir tarzı, bir yaklaşımı, bir bakış açısı vardır.
Fiziksel anlamda bu kişilik eski ahşap radyolarda mevcuttu. Bugünün plastik, dijital radyoları ne kadar çirkin ve yapay duruyorlar. Ah bu plastik! Estetiği yok etti. O güzelim eski radyolar çekti gittiler bütün güzel şeyler gibi. Ahşabı, verniği, rengi, işlemesi, düğmeleri. Işıkları ile bambaşkalardı.
Ailenin eski radyosu salonumda ona bakıyorum. Yaşlı mı yaşlı. Babam evlendiği yılda almış. Nereden baksanız bakın en az 50-60 yıllık bir radyo. Ahşap kutusu, rengi solmuş bedeni, yaşlılığın derin çizgileri misali. Altın renkli şerit metal çubuklar ve yaldızlı boya ile süslenmiş ön yüzü. Sırma işli, bej renkli bir bezden ön yüzü. İlk günkü gibi pırıl pırıl. Yıllarca ses veren hoparlör bu bez üzerinde yorgun bir iz bırakmış. Aşağıda iki parlayan göz misali açma kapama ve istasyon düğmeleri. Onların ortasında özenle cam üzerine çizilmiş istasyon arama penceresi. Üzerinde Şehirlerin isimleri var. İstanbul, Ankara, Kahire, Budapeşte, Sofya, Paris isimlerini görüyorum. Bu şehirlerin üzerine gelen ibreler bizi o şehirlere götürürdü sanki.
Arkasına bakıyorum, İçinde yıllardır heybetle duran eskimeyen radyo lambaları. Kararmışlar, madenden kömür çıkartan işçiler gibi veya güneş altında yıllarca tarlasını sürmüş yorgun çiftçiler gibi. Her bir lambada emek var. Ve hala onlar gibi gururlu, onlar gibi dimdik ayaktalar. Hala da çalışıyorlar. İki sene önce aldığım pilli radyoyu çoktan çöpe attım.
Ahşap Radyolar da bir değişim süreci geçirmiş. Yüzyılın başındaki radyolar daha büyük, dikey olarak uzun ve ağır radyolarmış. Yakın geçmişimizde daha pratik küçük ahşap radyolar yapılmaya başlanmış. Bugün ise çoğumuzun evinde tek başına bir radyo cihazı yok. Olanlar da minik sevimsiz bir plastik kılıf içinde gözümüzün zor seçtiği minik LCD göstergeleri olan şeyler. Şehir ismi falan aramayın sadece FM kanal numarası. Çoğumuzu evinde radyo yok. Sadece otolarda radyo kaldı. Üstelik reklam yığını bir ton radyo var piyasada. Küçücük bu radyolarda birçok karmaşık ayarı var. Yok, boost ayarı yok ekolayzırı, yok ekosu.
Ama o eski radyolar öyle miydi. anneannem bile rahatlıkla kullanırdı. Sadece üç düğmesi vardı. Birisi radyoyu açıp kapatmaya ve aynı anda da sesi azaltıp çoğaltmaya yarardı. Bir diğeri kısa dalga, uzun dalga, orta dalga seçimi içini. Üçüncüsü de bir ipe bağlı ibreyi istasyon penceresinde ilerleten düğme. Radyoyu açarsınız, dalgayı seçersiniz ve düğmeyi döndürerek istasyon aramaya başlarsınız. Cızırtılar arasında sevdiğiniz bir melodi sizi karşılar. Çekersiniz elinizi. Kulağınız melodide kitabınızı okursunuz. Mumunuzu yakar, şarabınızı içersiniz veya İşinize bakarsınız. Örgünüzü örersiniz. Bulaşığınızı yıkar yemeğinizi pişirirsiniz.
Bunu TV izlerken yapamazsınız. Sizi tamamıyla esir alır.
Radyo özgürlüktür asılında.
Özgürlüğün kıymetini bilenler ise Radyo1959 dinler.
5 Yıl kesintisiz yayın yapan hiç susmayan ve Aralık 2016 ayında 6. Yılına giren Radyo1959…
Yaşamımıza kattığın her şey için sonsuz teşekkürler sana.
Sesin hiç susmasın, uzun yaşa.