
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Yahya Kemal BEYATLI
SESSİZ GEMİ’NİN SESİ
Yahya Kemal edebiyatımızın şiir kuyumcusudur. Şiiri bir kuyumcu titizliği ile işlemek denildiğinde Yahya Kemal adı şiirle ilgilenenlerin belleklerinde ilk sırayı hemen haklı olarak alır. Yahya Kemal denildiğinde ise şiir severlerin belleklerinde ilk sırayı alan Sessiz Gemi olacaktır. Hatta şiir sevmek de önemli değil Sessiz Gemi halk arasında sıradan bir insanda bile bir sese dönüşmeyi başarmıştır. Yazılmasının üstünden yıllar geçmesine rağmen herhangi birinin yanında “ Artık demir almak günü gelmişse zamandan “ deseniz, “ Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” diyerek size katılabilir. Yani şiirin adı Sessiz Gemi’dir ama öyle sessiz bir şiir değildir Sessiz Gemi, aksine çok ses getirmiş bir şiirdir.
Sessiz Gemi’nin arkasında böylesine sürekli ve güçlü bir ses bırakabilmesinin sırrı nedir peki? Bir başka deyişle nereden gelmektedir Sessiz Gemi’nin bu büyük başarısı. Aslında yanıtımız yazımızın ilk cümlesindedir. Yahya Kemal’in hiçbir şiirinde başarı bir tesadüf değildir. O her bir dizenin her bir sözcüğün hesabını verebilen bir şairdir. Tek bir sözcük için bir şiirini yıllarca tamamlamadığı yazın dünyasında herkesçe bilinir. Bundan dolayı Yahya Kemal şiirine bir sözcük ekleyemediğiniz gibi onun şiirinden bir sözcük bile çıkaramaz hatta o sözcüğün yerini bile değiştiremezsiniz. Hal böyleyken yine de kimi şiirleri birkaç adım daha öne çıkmıştır: Rindlerin Akşamı, Endülüs’te Raks, Aziz İstanbul, Sessiz Gemi gibi.
Bir kez daha sorumuzu soralım şimdi ve yanıtlarımızı çoğaltmaya geçelim: Nereden geliyor Sessiz Gemi’nin bu güçlü sesi ve başarısı?
Sessiz Gemi’ yi okuyup onun büyüsüne kapılanlar bu şiiri beyit beyit inceleyip onun üstünde biraz düşündüklerinde bu başarının temellerini görmekte zorlanmayacaklardır.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Sessiz Gemi bu ilk dizeleriyle güçlü bir başlangıç yapar. Demir almak günü gelmiştir. Demir almak, denizlere açılmak, yolculuk, belki yepyeni serüvenler; ama zaman sözcüğü bu düşüncelerin hiçbirine izin vermez. Zamandan demir almak bizi o eski değişmez temayla karşı karşıya getirir: Ölüm. Ölüm ve sonrasının bilinemezliği…
Ürkütücüdür ölüm düşüncesi, bir o kadar da kaçınılmaz. Ancak şair burada seçtiği sözcükler ve oluşturduğu imgelerle bir merak duygusunu öne çıkararak, liman, yolculuk vb çağrışımları o gemiye yükler ve büyük gerçeği olabildiğine yumuşatır. Yumuşatır ama büyük gerçeğin kaçınılmazlığını asla değiştirmez. Şiirin başarısında oldukça önemli bir rol üstlenen sözcüklerin fonetik değerleri de sahneye bu ilk dizelerden itibaren çıkar. Özellikle “zamandan – limandan” sözcükleri arasındaki uyak ve redifler okuyucunun bilinçaltına seslenir adeta.. “ dan dan “ basit bir bakışla redif görevli birer ektir ancak bilinçaltımızda “dan dan “ sesleri bir zamanlar büyük gemiler kalkmadan önce çalınan çanlar gibi çalar ve gitme zamanı geldi düşüncesini duygu ve düşünce dünyamızın bir yerlerinde “ dan dan “ vurarak belirtir.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Şiirin sözcükleri istifleme sanatı anlayışına bir kanıt olarak bu arada isteyen okurlar “zamandan ve limandan” sözcüklerinin yerlerini değiştirip dizeleri yeniden okusunlar. Göreceklerdir ki ölüm temalı şiir birden bambaşka zamanlara yolculuğu içeren bir serüven şiirinin cazip başlangıcına dönüşecektir.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
“Sessiz Gemi”nin ikinci beyti sessizliğin hakim olduğu bir ortamla başlar. Sakin, duru sularda sessizce süzülen bir gemi imgesi sisler içindeki bir görüntü gibi gözlerimizi zorlarken anlatılanın ölüm olduğunu bilmek, istesek de istemesek de omuzlar üstünde taşınan bir tabutu, konuşmadan ilerleyen bir kafileyi asıl imge olarak sunar bize. Sözcüklerin fonetik değerleri burada da devreye girer ve “ yumuşak ve sürekli “ bir ünsüz olan “l” sesi bu tablodaki sessizliği ve ilerlemeyi pekiştirir. Aslına bakarsanız eğretilemenin bu noktasında komik bir taraf da vardır, güldürmese de bir gülümsemeyi dudaklarımıza yerleştiren. “ Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol” O yolcu elbette konuşmaz, konuşamaz. Diğer yandan kimse böyle bir düşünceyi ölümün ciddiyeti karşında dillendiremez, ölene ve ölüme saygının gereğidir bu. İkinci dizede bu saygının oluşturduğu törensel boyutu bildirir zaten. Karşımızda mendil sallayarak, kol sallayarak uğurladığımız bir yolcu yoktur. Bu tören sessiz, üzgün bir biçimde yapılmaktadır. Okurun bunu fark etmesi şiirin okurun nabzını yakalamasıdır aynı zamanda; çünkü okur anlayabildiği, çözümleyebildiği bir şiiri sever. Hele eğretilemelere dayanan bir anlatımsa, bundan aldığı keyif daha çok olur.
“Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol “ dizesinin kimi eleştirmenler, dilciler tarafından eleştirilmesi de bu şiirin yazın dünyamızdaki yerinin bir başka özelliğidir. Feyza Hepçilingirler, kol sallanmaz el sallanır sözleriyle bu söyleyişi eleştirmiş, burada anlatım bozukluğu var, demiştir. Dili yanlış kullanmak şairi ne hallere düşürüyor? Uyak zorunluğu, Beyatlı’yı “anlatım bozukluğu”na zorlamış.” Kol”, buraya ancak “uyak” niyetine uyuyor.
Eşinizi dostunuzu uğurlarken “kol” mu, “el” mi sallarsınız? Hele bir cenazeden söz ediliyorsa… Diye yazanlar çıkmış. Birileri de ne…ne bağlacı zaten olumsuz anlam kattığı için sallanmaz eylemindeki olumsuzluk eki olmamalıydı ama olmuş. Kadı kızı diyebileceğimiz, bu şiirde de olsun o kadar, diyerek dildeki çok tartışmalı bir başka konuya dikkat çekmiş.
Şimdi bu eleştirilere biz bakacak olursak, okurlar gözlerini kapatıp şöyle bir düşünsünler: el sallama nasıldır, kol sallama nasıl? Yoksa el sallama vardır da kol sallama yok mudur? Elbette ikisi de vardır, el de kol da sallanır. Gemiyle giden bir yolcunuzu uğurluyorsanız kolunuzu sallarsınız. Trenle giden bir yolcunuzu uğurluyorsanız önce elinizi sonra kolunuzu sallarsınız hatta. Bu, uzaklığın belirlediği bir seçimdir. Evet, Yahya Kemal bu şiirde ölümü anlatır; ancak bunu yaygın eğretilemenin en başarılı örneklerinden birini vererek yapar; “gemi “ metaforu ile anlatır ölümü, doğal olarak seçimi de “kol sallama” olacaktır; yani birçok kişinin dediği gibi Yahya Kemal anlamı, uyağa ( kafiye) kurban etmemiştir. Şiirin başından beri sürdürdüğü ana imgeye uygun olanı yapmıştır, aksini yapsaydı asıl o zaman şiir anlam bakımından darbe alırdı.
“Ne… ne” bağlacının kullanımına gelince çok eskiye dayanan ve belli bir çözüme ulaştırılamamış bir tartışmayı burada bir hata gibi göstermek hatadır. Ne..ne bağlacı olumsuz bir eyleme bağlanamaz diyen, bağlanabilir diyen, bağlanabilir ama şu şu koşullarda diyen dilcilerimiz vardır. Bunların kim olduklarını burada belirtmeye gerek yok. Sadece şunu belirtmek gerekir: Yahya Kemal bu konudaki düşüncesini bu dizesiyle belli etmiştir. Sessiz Gemi şiirinde illa bir anlatım bozukluğu aranacak olursa son beyitte geçen “ birçok seneler” tamlamasıdır bu. Sıfat tamlamalarında sıfat olan sözcük çokluğu bildiriyorsa ad olan sözcük ayrıca çoğullanmaz. Doğrusu “ birçok sene” olmalıdır. Bir şiiri ( Ok ) dışında tüm şiirlerini aruzla yazmış olan Yahya Kemal son dizede aruz kalıbına uygun olması için böyle bir hatayı göze almış olabilir. . Bu şiirde kadı kızındaki kusur budur. Ancak baştan sona duygu, düşünce, imge ve ses ögelerini ölüm temasında kusursuz bir örgüye dönüştürmüş olan Yahya Kemal için bu hatasının bile bir hikmeti vardır diye düşünebilir insan. Bu eleştirilere rağmen – ben ikisine de katılmıyorum- Sessiz Gemi hız kesmeden ilerlemektedir.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Şiirin bu bölümünde artık ölümün geride kalanlar için getirdiği duygular da o tabloya girmiş ve üzüntü duygusu belirgin bir biçimde eklenmiştir şiire. Elemli, nemli, siyah ufuk sözcükleri dizelerdeki konumlarıyla öyle bir imge oluştururlar ki özellikle siyah ufuk tamlaması açıkça söylemeden her şeyi siyaha, matem rengine boyar. Rıhtımda kalanları bile siyahlar giymiş yaşlı gözlerle, üzgün üzgün ufka bakan insanlar olarak hayal ederiz. Şiirin başından beri her beyitte oluşturulmuş o süreklilik hali burada da korunmuştur. Günlerce bakarlar siyah ufka. Bu, şiirin en can alıcı imgelerindendir; çünkü kendi yaşantımızın deneyimleriyle, anılarıyla çok canlı ve etkileyici bir düzlemde örtüşür. Bir yakınımızı kaybettiğimizde bu gerçeği kabullenmek istemeyiz. Günlerce ama günlerce bize hep bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi gelir. Kapı açılır, gelen o sanırız. Birilerini ona benzetiriz. Gittiği dolaştığı yerlerde onu arar gözlerimiz. Boşuna olduğunu bile bile bekleriz. Elemli ve nemli sözcükleri semantik ve fonetik birlikteliğiyle usul usul görünmez yağmurlar yağdırırken bekleyişlerimiz her geçen gün bir kabullenişe ve çaresizliğe dönüşür, ardından çaresizliğin en üst ve acı halini dillendiren dizeler gelir:
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Evet, bu dizelerde çaresizlik duygusu en yüksek noktasına ulaşır. Bireyin değil insanoğlunun çaresizliği olarak şiir bu dizelerde hem genişler hem de yükselir. Gönüller çaresizdir çünkü bu giden son gemi değildir. Meçhule giden o gemiler hiç bitmeyecektir. Ayrılıklarla dolu hayatın son matemi de değildir. Hani son olsa, eh, en azından başka matemlerimiz olmayacak diye teselli bulabilirdik. Ne yazık ki yoktur böyle bir teselli. Gerçi biraz dikkat edilirse bir çaresizliğin bir genelleme olarak anlatılışı, gizil bir teselliyi de barındırmıyor değildir içinde. Görmek isteyenlerin görebileceği bir teselliyi… “Elle gelen, düğün bayram. “ misali tek bizim başımızda değil ki, ölümün girmediği ev var mı ki anlayışı ile dayanma gücü bulunan bir teselli… Ancak dediğim gibi bu teselliyi, ölüm kavramını insanlığın bir kaderi olarak evrensel boyutta algılayanlar bulabilir sadece. Yoksa tabloda görünen, dilsel yönden “dir” koşacının kattığı kesinlik ve “ bu” gösterme zamirinin durumu sabitlemesidir. Bu böyledir, bitti gibi… Bitmeyen şeyse, şiirin her beyitinde kendini bir şekilde gösteren süreklilik halinin bu dizelerde de olması hatta en açık ve kesin anlatımı ile karşımıza çıkmasıdır.
Yahya Kemal, Sessiz Gemi’nin sondan bir önceki beyiti ile öncesinde oluşturduğu çaresizlik duygusunu bir başka yönden sürdürerek okuyucuyu hüzünlü bir finale hazırlar sanki.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
Umutsuz bir bekleyiş, çaresizlik dolu ifadelerdir bunlar. Dünyada sevilmiş ve seven boş yere bekler. Giden sevgililerin dönmeyeceğini bilmiyorlar. Okuyana, dinleyene en dolaysız biçimde gerçeği göstermeyi amaçlayan dizelerdir bunlar. Boş yere bekleme: Gelmeyecek… Bu farkındalığın insan yüreğinde tarifsiz acılar oluşturacağının bilincindedir şair; ama sevenler, sevilenler bilmiyor; ben biliyorum gidenler, dönmeyecek derken bunu onlara da söylemiş olur. Acımasız bir tavır mıdır bu? Belki… Belki de birinin yapması gerekeni yapmıştır. Ancak şiirin son beyti şairin bu şiirini de son derece bilinçli bir yaklaşımla oluşturduğunu gösterir. Sevdiklerini meçhule gönderenlerin ellerinden bütün umutları aldıktan sonra onları öylece kendi hallerinde bırakmaz, onlara sunabileceği en güzel teselli sözlerini sunar.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden
Sessiz Gemi’nin sesindeki en büyük pay şiirin son beyitidir dense yeridir. Son beyit insanın en çok gereksinim duyduğu, yaşama tutunduğu, kaldığı yerden yeniden başlama gücü bulduğu o duyguyu verir: sevdiklerinin iyi olduklarına duyulan inanç. Bu, en büyük tesellidir. Gündelik yaşamımız bunun örnekleri ile dolu değil midir? “ O, şimdi cennette.” “Rüyamda gördüm; üzülme, ben çok güzel bir yerdeyim, çok rahatım, diyordu.” gibi cümleler değil midir en büyük tesellimiz? İşte Yahya Kemal onca duygu yükünün, hüznün ardından “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden / Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden” dizeleri ile yüreklere su serper, inançla, umutla doldurur yürekleri hem de hüsn-i talil sanatının da en güzel örneklerinden birini vererek. Son iki dize yasla kavrulan yürekleri bir dua gibi sakinleştirir. Yaşam ve Ölüm arasındaki duygu skalası gerçek yaşamımızın izdüşümleri olarak altı beyitlik özlü bir söyleyişte son sözü umut etmeye vererek biter.
Sessiz Gemi ile yaptığımız bu yolculukta gemimizi artık bir limana yanaştırıp içindekileri kısaca şöyle belirtebiliriz: ölüm alegorik bir yöntemle sunulmuştur. İmge ve çağrışımlar, her bireyin kendi yaşantısı ve deneyimleri ile örtüşebileceği bir düzlemde, suya atılan bir taşın suda hep genişleyerek bir sürü halka oluşturması gibi düşündükçe sürekli genişleyen çağrışım/anı halkaları oluşturan bir niteliktedir. Her birimde oluşturulan anlamı fonetik yönden destekleyen ses, hece ya da sözcükler bir müzikalite oluşturmuş ve şiirin etki gücünü artırmıştır. Sonuçta ölümü anlatan bu şiir kendi içimizin sesi olmayı başarmıştır. Bundan dolayı çok sevilmiştir.
Son olarak Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’yi aşık olduğu Celile Hanım’ın ( Nazım Hikmet’in annesi ) Ada’dan bir vapurla İstanbul’a doğru uzaklaşması sırasında yaşadığı bir çaresizliğin ifadesi olarak kaleme aldığı söylenir, bilgisini de ekleyelim ve gemiden inelim. Evet, böyle bir tarihi gerçeklik vardır ancak bu, tüm şiirlerini ince ince işleyen şair için bir esin kaynağıdır olsa olsa. Sessiz Gemi’nin konusu ölümdür. Çıkış kaynağı ne olursa olsun ölümün en güzel alegorik anlatımlarından biridir ve okurun duyarlığını birçok yönden yakalamayı başarmıştır. Aynı zamanda bestelenerek notaların rüzgarlarını da yelkenine alan “Sessiz Gemi” görünen o ki daha çok uzun yıllar şiir denizinde yüzecek, adının aksine güçlü sesini yüreklerde duyurmayı sürdürecektir.
29.03.2015
Mürüvet DİNDAR